Hayat sadecehuzurdan ibaret olsaydı, anlamlı olur muydu?

İnsan olarak sürekli mutluluğun,huzurun peşindeyiz. Oysa belki de en büyük yanılgımız bu: Acıyı bir hata,üzüntüyü bir eksiklik sanıyoruz.
Ama yaşam, sadece aydınlıktanoluşmaz. Bir tablonun güzelliği de zıtlıklarıyla derinleşmesidir. Bilim insanıMargaret Livingstone, Vision and Art: The Biology of Seeing (2002) adlıeserinde bunu bilimsel olarak açıklar:
“Göz, bir bölgedeki parlaklığıçevresindeki karanlığa göre algılar.”
Yani karanlık, ışığın anlam bulmasıiçin gereklidir.
Belki de biz de karanlığımız olmadan,içimizdeki ışığı göremiyoruz.
Çocukken canımız yandığında, çoğuzaman duygularımız geçiştirildi.
Ama o anda ihtiyaç duyduğumuz şeygeçiştirme değil, duygumuzun görülmesiydi. Dr. Gabor Maté’nin The Myth ofNormal (2022) kitabında belirttiği gibi: “Çocuk için en büyük acı, acısınıngörülmemesidir.” O an bize “gel, birlikte ağlayalım” denmiş olsaydı, bedenimizacıyı hisseder, kalbimiz şefkati öğrenirdi. Ama biz, “iyi ol”, “ağlama”, “unutgitsin” gibi sözlerle
duygularımızı bastırmayı öğrendik.
Maté, toplumsal düzenin duygusaldürüstlüğü çoğu zaman zayıflık olarak gördüğünü söyler: “Toplum, duygusaldürüstlüğü hastalık sayarken, bastırmayı norm haline getirir.”
Oysa duygular bastırıldığında yokolmaz; bedende, zihinde ya da ilişkilerde başka biçimlerde ortaya çıkar. Acıyıgörmezden gelmek, aslında kendimizden uzaklaşmaktır.
Freud da Repression (1915)’te benzerbiçimde, bastırılan her duygunun biçim değiştirerek geri döndüğünü belirtir.Maté’nin yaklaşımı ise o duygulara bir şefkat alanı açmaktır. Acıyı reddetmekyerine, ona görülüyorum deme hakkı tanımak.
Gottlob Frege, Über Sinn undBedeutung (1892)’da bir kelimenin anlamının, nesnesinde değil, bizdeuyandırdığı çağrışımda gizli olduğunu söyler. Belki de “acı” kelimesini kötübir şey olarak değil, yaşama ait bir his olarak algıladığımızda, o artık düşmandeğil bir öğretmen olur. Goethe, Theory of Colours (1810)’da renklerin doğasınıanlatırken der ki: “Işık ve karanlık olmadan renk olmaz.” Biz de duygularımızın tüm tonlarını kabulettiğimizde, yaşamın rengini daha tam görebiliriz.
Frida Kahlo’nun yaşamı baştan sona acıylaörülüdür; bedensel ağrılar, kırık kemikler, kırık bir kalp…Ama o hiçbirinibastırmadı. Tersine, hepsini tuvale taşıdı. Kahlo, günlüklerinde şöyle yazar:“Ben acılarımı resmettim; çünkü başka bir çıkış yolum yoktu.” Onun fırçası bizeşunu öğretir: İnsan, acısını dönüştürdüğünde de sanat doğar.
Toplum seni kalıba sokmak ister; amasen acından, öfkenden, kırılganlığından bile bir anlam çıkarabilirsen, kendisanatını yaratmış olursun.
Bir tablo, zıt renklerle canlanır.Bir müzik, sessizlikle dengelenir. Bir yaşam da acı ve mutlulukla tamamlanır.
Belki de hislerimizi pozitif venegatif olarak ayırmayı bırakmalıyız. Çünkü duygulara anlam yükleyen bizleriz.Ne anlam yüklediğimizi bulup o etiketleri dönüştürdüğümüzde, ilk kez gerçektenyaşamaya başlarız.
Hayat bir zıtlıklar galerisi. Biz hem eseri hemsanatçısıyız. Acıyı da mutluluğu da sevebilirsek, kendimizi gerçektengörebiliriz.
Kaynakça
● Maté,G. (2022). The Myth of Normal: Trauma, Illness & Healing in a ToxicCulture. Penguin Random House.
● Freud,S. (1915). Repression. The Standard Edition of the Complete Psychological Worksof Sigmund Freud, Vol. XIV.
● Frege,G. (1892). Über Sinn und Bedeutung (On Sense and Reference). Zeitschrift fürPhilosophie und philosophische Kritik.
● Livingstone,M. (2002). Vision and Art: The Biology of Seeing. Harry N. Abrams.
● Goethe,J. W. (1810). Zur Farbenlehre (Theory of Colours).
● Kahlo,F. (1930–1954). Self-Portraits and Diaries.