Her şey dağılırken bile insanın içindekirengi koruyabilmesi mümkün mü?
Peki, emin olmak her şeyin yolunda gitmesini beklemek mi demektir?
Bazı insanlar hayatı düz çizgilerleyaşar. Düzenli, temkinli, ölçülü.
Ama bazıları vardır, fırçayı eline alır ve dünyayı kendi içinin rengine boyar.
Van Gogh onlardandı. Kimseden emin değildi belki, ama hayattan emindi; çünkü neyaşarsa yaşasın, onu bir renge dönüştürüyordu.
Hayat bazen gri görünür. İnsanlar gider,umutlar solar, sessizlik büyür. Ama Van Gogh’un tablolarında bile o gri, hepbir maviye, bir sarıya karışır. Çünkü emin olmak demek, hayatın hep güzelolacağına inanmak değildir. Emin olmak, her şeye rağmen yaşamın içinden biranlam çıkarabilmektir.

Van Gogh “Yıldızlı Gece”yi akılhastanesinde yaptı. Karanlık bir odadan göğe baktı ve karanlıktan ışık çekipaldı. Belki de sanat budur: dünyanın seni kararttığı anda bile, kendi içindenbir ışık bulabilmek.
Emin olmak bazen “Evet, bu benim.”diyebilmektir. Kırılmışken de, sevilmemişken de, yalnızken de. Van Gogh, hayatıboyunca anlaşılmadı. Ama o yine de üretmeye devam etti, çünkü biliyordu: “Birgün, birileri bu renkleri anlayacak.”
Hayata karşı emin olmak, tam da budur.Kendinden, hislerinden, üretiminden vazgeçmemek. Dünya seni alkışlamasa da, senyine de kendi sesine inanmak. Psikanalist Julia Kristeva, Black Sun:Depression and Melancholia (1989)’da şöyle der: “Sanat, melankolinindiliyle yeniden doğuşun eşiğidir.” Van Gogh’un sanatı da bir tür yenidendoğuştur.
O acısını bastırmadı, tuvaline çevirdi. Kırılganlık onun ellerindeyaratıcılığın kaynağına dönüştü.
Van Gogh gibi emin olmak, sevilmemeyi göze almak,yalnızlığı dost bilmek, ama yine de gökyüzünü maviye, güneşi sarıya boyamaktanvazgeçmemektir. Belki de emin olmanın en güzel hali şudur: “Biliyorum, herkesanlamayacak ama ben yine de yapacağım.”Çünkü sonunda hayat bir yarış değil, birtuvaldir. Ve senin fırçan, başkasının bakışından daha gerçektir.